Ben Esra telefonda seni boşaltmamı ister misin?
Telefon Numaram: 00237 8000 92 32

Anal

Dracula’nın Oyuncağı
1897 senesinin kışıydı. Bir iÅŸ seyahati nedeniyle Avrupa’nın doÄŸusunda daha önce hiç duymadığım bir ülkeyi ziyaret edecektim. Uzun bir gemi ve bir de tren yolculuÄŸundan sonra nihayet karlarla kaplı daÄŸlık bir bölge olan Transilvanya’ya ulaÅŸmıştım. Biraz dinlenip karnımı doyurmak için bir öğleden sonra ulaÅŸmam gereken ÅŸatoya yakın sayılabilecek bir orman köyünde küçük bir hana girdim. Ben dindar biri deÄŸildim ama o köyde böylesine tutucu insanlarla karşılaÅŸacağım da aklıma hiç gelmemiÅŸti. Handa neredeyse herkesin boynundan sarkan gümüş haçlar yetmiyormuÅŸ gibi bir de kapı ve duvarlara asılmış olan tahtadan haçlar ve ikonalar vardı. Bir hana mı yoksa küçük bir kiliseye mi girdiÄŸime emin olamamıştım. Ayrıca bu tuhaf insanların hepsinin de gözü de üzerimdeydi, sanki orada olmamdan hiç memnun deÄŸillermiÅŸ izlenimi veriyordu bu bakışlar. Ziyaret edeceÄŸim müşterim soylu bir beyefendi olduÄŸundan ve ziyaretime uygun bir kılıkla karşısına çıkmak istediÄŸimden giyimime azami özen göstermiÅŸtim. Günün modasına uygun giyimimle o köyde birden bire ortaya çıkmış olmam da tuhaf karşılanmış olabilirdi. Üzerimdeki bakışlara aldırmadan bir masaya oturup yiyip içecek bir ÅŸeyler söyledim kendime.

SipariÅŸimi az sonra getirip masama bırakan han sahibi, “Köyümüzü ziyaret etme amacınızı sorabilir miyim bayım?”, diye sordu bana. Bana biraz küstahça gelmiÅŸti bu. Ziyaret edeceÄŸim müşterim her ÅŸeyin gizlilik içerisinde yapılmasını istediÄŸinden bir ÅŸeyler uydurmam gerekiyordu: “Ben tarihçiyim, ülkenizde bulunan tarihi ÅŸatolar ilgimi çekiyor. Bunları görüp resimlerini yapmak için burada bulunuyorum”. Yanımdaki kıymetli evrak çantasını bir resim dosyası sanması da iÅŸime gelirdi. Fakat adamın yüzünde korku dolu bir ifade oluÅŸtu: “Hangi ÅŸatodan söz ediyorsunuz?…”, diye sordu. “Yakınlarda bir tane olduÄŸunu duymuÅŸtum. Beni oraya götürebilecek bir arabacı bulabilir misiniz?…”, diye sorduÄŸumda hana bir sessizlik çökmüştü. Han sahibi: “Bakın bayım”, dedi, “BahsettiÄŸiniz bölge çok tehlikeli bir yerdir, hem neredeyse akÅŸam oluyor. Sizi bu saatte oraya götürebilecek kimseyi bulamazsınız. Özellikle de gün battıktan sonra o civarda dolaÅŸmasanız sizin için daha iyi olur”. Merakla neden böyle söylediÄŸini sordum. Adam bir süre lafı geveledikten sonra: “Bu gece inananlar için dini bir gecedir, denir ki bu kutsal gecede her tür kötülük ortaya çıkar ve dışarıda olan hiç kimse güvende deÄŸildir. Bizler de evimizde kalıp bütün gece bizleri kötülüklerden koruması için azizlere dua ederiz…”

Ona böyle hurafelere inanmadığımı söylediÄŸimde, han sahibi: “Hayır bayım hayır, bunlar hurafe deÄŸil, gerçeklerdir. Bunu sakın boynunuzdan çıkarmayın”, diyerek cebinden çıkardığı gümüş bir haçı boynuma takmaya çalıştı. Ben adamı kırmamak, biraz da çevremde oturan kalabalığı inançsızlığımla kışkırtmamak için teÅŸekkür ederek buna razı oldum ama beni bir an evvel ÅŸatoya götürecek kimse olmaması da canımı sıkmıştı. Çünkü iÅŸimi bitirip bir an önce Londra’ya, niÅŸanlımın yanına dönmek istiyordum. Yerimden doÄŸrulup yüksek bir sesle, “Bu akÅŸam beni yakınlardaki ÅŸatoya götürecek olan bir arabacı varsa ona yüklü bir fiyat ödemeye hazırım”, dedim korkusuzca ama çıt çıkmıyordu. Han sahibi, “Bayım, gelin bu gece burada kalın, yarın gün ışığında yolculuk yaparsınız. Hem gideceÄŸiniz yol uçurumlarla dolu tehlikeli bir daÄŸ yoludur, bu karanlıkta herhangi bir kaza yaÅŸamanızı istemeyiz”, diyerek beni o gece handa kalmaya ikna etti. Yemekten sonra bana odamı gösteren adam bana iyi geceler diledikten sonra odadan çıkmadan evvel pencereleri kontrol edip bir tahta haçı da pencerenin koluna asıverdi.

Hancı kapıdan neredeyse çıkar çıkmaz biraz da öfkeyle astığı tahta haçı oradan indirdim ve içeriye biraz temiz dağ havasının dolması için penceremi araladım. Karanlık bastırmak üzereydi. Potinlerimi, çoraplarımı ve buruşmaması için giysilerimi çıkarıp içliğimle yatağa uzandım, yatak oldukça rahat sayılırdı. Uzun yolculuğumun bütün yorgunluğu sanki aniden üzerime çökmüş gibi hissederek uykuya daldım. Gözlerim kapanırken odanın bir köşesinde beliren uzun boylu bir gölgenin yatağıma doğru yaklaştığını hissettim ama kolumu kaldıramayacak kadar güçsüz ve uykulu idim. Gölge ayak ucuma yanaşarak çömeldi ve ayak parmaklarımın arasında kocaman sıcak bir dilin dolaştığını hissettim. Ayak parmaklarımı emip yalayarak üzerimde yukarı doğru sürünen gölge, bacaklarımı, cinsel organımı, göbeğimi ve göğüslerimi okşayarak üzerime binmişti. Hiçbir uzvumu kımıldatamıyordum ama aynı zamanda üzerimdeki bu ağırlık hoşuma gidiyordu. Nişanlımla evlenmediğimiz için hiçbir cinsellik yaşamamıştık, sadece kulaktan dolma bazı bilgilere sahiptim o kadar. Gölge boynuma kadar ulaştığında aniden hırçın bir kedi gibi tısladı ve tıpkı geldiği gibi ama hızla üzerimden çekilip kayboldu. Pencerenin çarpma sesiyle uyandım. Odadaki mum da sönmüştü. Dışarıda hava bozmuş olmalıydı.

Kalkıp pencereyi kapattım, yatağıma dönmek üzereyken kapıda bir tıkırtı duydum. “Bayım, konuÅŸabilir miyiz?”, diyordu bir adam. Açıkçası oldukça geç bir saatte kapıma gelen bu kiÅŸinin belki de boÄŸazımı kesip vaat ettiÄŸim paraları almak için gelmiÅŸ bir hırsız olabileceÄŸini düşündüm. Ama adam, “Sizi istediÄŸiniz yerin yakınına götürebilirim”, deyince bunun benim için bir fırsat olduÄŸunu düşünerek kapıyı araladım. “Hemen ÅŸimdi mi?”, diye sordum. “Evet, kimse uyanmadan gitmemiz gerek yoksa ikimizin de gitmesine izin vermezler”. Sessizce giyinip aÅŸağıya indim. AÅŸağıda iki atın çektiÄŸi küçük bir fayton beni hazır bekliyordu. “Bayım, önce ücreti alabilir miyim?”, diyordu adam. “Önce yarısını veririm, oraya varınca da diÄŸer yarısını alırsın”, dedim, pek mutlu olmamış gibiydi ama mecburen kabul etti. Az sonra ulu aÄŸaçlarla çevrili karlı bir orman yolunda ilerliyorduk.

Faytonun penceresinden dışarı baktığımda sanki uçsuz bucaksız bir karanlığın içine düşüyormuÅŸuz hissini yaşıyordum. Ortalık önceleri son derece sessizdi, derken kurt ulumaları iÅŸitmeye baÅŸladım. Az sonra sürücü aniden atlı arabayı durdurdu ve “Bayım, yolun bundan sonrasını yaya olarak devam etmelisiniz”, dedi elime bir yaÄŸ lambası tutuÅŸturarak. Arabadan indiÄŸimde gerçekten ıssızlığın ortasında olduÄŸumu gördüm, etrafta aÄŸaçlar ve kardan baÅŸka bir ÅŸey yoktu. “Ne tarafa yürüyeceÄŸim”, diye sordum. Adam zifiri karanlığa doÄŸru eliniz uzattı, “Oraya”, dedi korkuyla. “Ben ortada ÅŸato filan görmüyorum, ya beni kandırıyorsan?…”, dediÄŸimde kurt ulumaları daha da yakından duyulmaya baÅŸlamıştı. Biraz uzakta insana benzeyen ama daha uzun boylu bir figür görür gibi oldum ama gözlerimi açıp kapattığımda orada deÄŸildi. Adam aniden yüzü bembeyaz olmuÅŸ bir ÅŸekilde, “Paranı istemiyorum, dediÄŸim yoldan ilerle, azizler seni korusun!”, diyerek arabasını geldiÄŸimiz yöne doÄŸru sürerek kısa sürede gözden kayboldu. Artık tek başımaydım.

Bana saatlerce sürmüş gibi gelen bir yürüyüşün ardından uzaklarda aÄŸaçların ve aniden bastıran sisin arasından yükselen, ÅŸatoya benzer bir yapı gözüme çarpmaya baÅŸlamıştı. YaklaÅŸtıkça bunun terk edilmiÅŸ, yıkık dökük bir tarihi kalıntı olduÄŸunu fark edecektim. Kar aniden lapa lapa yaÄŸmaya baÅŸladı, gökyüzünde beliren kapkara fırtına bulutları felaket habercisi gibiydiler. Kar yağışının artmasıyla görüş mesafemin giderek kötüleÅŸmesiyle ormanda kaybolmaktan korkarak servi ve porsuk aÄŸaçlarından oluÅŸan küçük bir koruya sığındım. Bulutlar aniden sihirli bir el deÄŸmişçesine açıldı ve aralarından doÄŸan koskocaman bir dolunay bulunduÄŸum küçük koruyu aydınlattı. O zaman mezar taÅŸlarının arasında durduÄŸumu fark ettim. Hepsinin de ortasına demir birer kazık batırılmıştı. Tam karşımda mermerden yapılmış büyük bir mozale duruyordu. Mozalenin demir parmaklıklı kapısının ardındaki karanlık zeminde mermer kapaklı üç mezar bulunuyordu. Mozalenin giriÅŸinde Romence “Ölüler hızlı seyahat eder”, yazıyordu. O anda daha önce hissetmediÄŸim soÄŸuÄŸu hissetmeye baÅŸlamıştım. Tek başıma böylesi ürkütücü bir yerde lapa lapa yaÄŸan kar yüzünden o karanlık mozalenin giriÅŸine sığınmak zorunda kaldığım için kendime kızıyordum.

Gökyüzünde her yeri aydınlatan şimşekler çakmaya başladığında mozalenin kapısı gıcırdayarak ardına kadar açıldı. O ses içimi korkuyla doldurmaya yetmişti fakat dahası da vardı. Mozalenin zeminindeki demir kapaklar yavaşça açılarak içlerinden birbirinden güzel çırılçıplak üç kadın çıktı. Üçü de, günün modasına uygun kat kat giydiği giysilerinin altını henüz görme şerefine ulaşamadığım nişanlımla kıyaslanamayacak kadar güzel ve seksiydiler. Dolgun göğüsleri dipdiri, kalçaları yusyuvarlak, dudakları kan kırmızısıydı. Tenleri süt beyazıydı ve ay ışığında üzerine kristal tozu serpilmişçesine parlıyorlardı. Yerimde taş kesilmiş gibiydim, hareket edemiyordum. Dışarıda fırtına şiddetlenirken, kadınlar beni ismimle çağırarak ihtirasla dudaklarını yalıyordu. Sivri dişlerini o zaman farkettim. Yanıma kadar sokulup bütün vücudumu okşamaya başladılar. Birden yer ayaklarımın altından çekilmiş gibi hissettim, mozalenin zemininde uzanmış bir halde buldum kendimi. Üç kadın da üzerime çökmüştü.

Kızıl saçlı olan sağ elimin işaret parmağını şehvelte emip yalıyordu. Sarışın olan ise elimi apış arasına götürmüş cinsel organının dudaklarına sürtüyordu. Bu sırada esmer olan bacaklarımın arasına uzanıp pantolonumun düğmelerini açtı. Cinsel organımı yalarken, ben de diğer iki kadının göğüslerini okşuyordum. Cinsel organım heykel gibi sertleşmişti, daha önce hiç almadığım bir zevki tadıyordum. Cinsel organımın kafası esmer kadının kıpkırmızı dolgun dudakları arasında bir görünüp bir kaybolurken, diğerleri de gömleğimin düğmelerini çözmüş göğüs uçlarımı hafif hafif ısırarak emiyorlardı. Canım yanıyordu ama aldığım zevkin yanında bu çok önemsizdi. Yanımdaki sarışına baktığımda göz bebeklerinin tıpkı ayna gibi beni yansıttığını, içlerinin boş olduğunu gördüm. Bu sırada esmer olan cinsel organımın başını sertçe emerken, diğerleri de hayalarımı aralarında bölüşmüşlerdi. Penisimin üzerinde hareket eden üç ağzın verdiği zevkle boşalmak üzereydim.

Tam bu sırada yer gök yerinden oynamışçasına bir patırtı koptu. Üzerimdeki üç kadın da fırtınaya kapılmış gibi çığlıklar içinde dört bir yana savruldular. Başımı kaldırabildiÄŸimde karşımda ormanda gördüğüm o uzun boylu figüre benzeyen uzun boylu, sakallı ve bıyıklı, esmer bir adam duruyordu. Uzun tırnaklı elleri pençeleri andıran bu adamın da aÄŸzında sivri diÅŸler sıralanmıştı. “Benim olana dokunmaya nasıl cüret edersiniz!!!”, diye kükredi. Kadınlar korkuyla köşeye sıkıştırılmış birer hayvan gibi inliyor, bedenleri insan dışı biçimlerde kıvrılıp bükülerek benden daha da uzaklaşıyorlardı. İçlerinden esmer olan kadın biraz daha cesaretle: “Siz sevgi nedir biliyor musunuz? Hiç sevmediniz ki…”, dedi. “DEFOL!!!”, diye bağırdı efendileri, “Üçünüzü de bir daha görürsem paramparça ederim!”. Kadınlar açık olan mezarlarına girerek mermer kapakları kendi üzerlerine kapattılar.

Bedenimdeki uyuşma geçer gibi olmuştu, tam toparlanıp üzerimi giyinmeye niyetlendiğimde göbeğimden göğsüme yayılan, oradan da boynuma kadar çıkan bir sıcaklık hissettim. Bu tıpkı handaki yatağımda uzanırken hissettiğim gibi kocaman, nemli ve sıcak bir dildi. Bunun az önce karşımda duran adama ait olduğunu biliyordum, hissettiğim tiksinti bir yana dehşetle zevk alıyordum. O sıcak ıslaklık yeniden boynumdan kasıklarıma kadar indi. Korkudan gözlerimi kapatmıştım ama bu korkunç adamın benim kaskatı olmuş cinsel organımı sivri tırnaklı elleriyle kavradığını hissediyordum. Göz kapaklarımı hafifçe araladığımda gözleri kan çanağı gibi olan devasa bir kurdun penisimi ısırarak emdiğini görüyordum. Daha fazla dayanamadım ve şiddetle boşalmaya başladım. Kurt diliyle menilerimi yalayıp yutarken kendimden geçtim.

Gözlerimi açtığımda üç kollu bir şamdanla aydınlatılmış yüksek tavanlı bir odada buldum kendimi. Hava hala aydınlanmamıştı. Pencereye güve yeniği eski perdeler asılmıştı, duvarlarda da lime lime olmuş duvar halıları bulunuyordu. Üzerinde yattığım eski karyolanın örtüsü de delik deşik ve toz içindeydi. Yataktan kalkıp bir elime evrak çantamı, diğer elime ise şamdanı alarak odadan çıktım. Yaşadıklarımın bir rüya olduğuna neredeyse emindim. Taş merdivenlerden inerek önüme çıkan kapıları tek tek açmaya çalıştım ama açmayı denediğim kapılardan hiçbiri yerinden oynamıyordu. Önüme çıkan merdivenlerden birkaç kat daha aşağı indim, sanki aşağıda derinlerde beni çağıran bir şey varmış gibiydi. Merdivenlerin bittiği yerde dar bir koridor ve ona açılan büyükçe bir salon vardı. Tam bu sırada duvarda oynaşan gölgeleri farkettim. Dev gibi bir kurt gölgesi yansıyordu duvara, kurt yürümeye ve gölgesi giderek bir insana benzemeye başladı fakat başımı sağa sola çevirdiğim halde etrafta hiçbir şey göremiyordum.

Duvardaki meÅŸaleleri elimdeki ÅŸamdanla tutuÅŸturup bulunduÄŸum yeri daha da aydınlatmaya karar verdim. Henüz birkaç meÅŸaleyi tutuÅŸturmuÅŸken karanlıkta gür ve aksanlı bir ses yankılandı: “Bu kadar ışık yeterli, fazlası gözlerimi rahatsız ediyor”. Bu sırada gözlerim karanlığa daha alışmış olmalıydı ki ileride hayal meyal de olsa uzunca bir ahÅŸap masanın başında ayakta duran gölgeyi farkettim. “Ben Kont 3. Vlad Dracula, siz de bay Jonathan Harker olmalısınız. Bu kötü hava ÅŸartlarında sizi buraya kadar yormuÅŸ olmaktan ötürü gerçekten üzgünüm”, dedi, “Ama umarım sizi rahat ve güvende hissettirebilmiÅŸimdir”. Artık gördüklerimin tamamen çarpık rüyalardan ibaret olduÄŸundan emin olan ben, “TeÅŸekkür ederim Kontum”, dedim, “Evrakları inceleyip imzalamak isterseniz…”. Elini havaya kaldırarak, “Henüz deÄŸil”, dedi. “Size bir ÅŸeyler ikram etmeme izin verin”.

Elimdeki ÅŸamdanı alarak masaya koyduÄŸunda oraya daha önce hiç görmediÄŸim kadar güzel bir sofranın kurulu olduÄŸunu fark ettim. “Yemek yiyip gücünüzü toplayın önce”, dedi, “Çok uzun bir yoldan geliyorsunuz, açıkmışsınızdır mutlaka”. Açıkçası handa yediÄŸim ÅŸeylerle kıyaslanamayacak kadar lezzetli yemekler süslüyordu masayı, “Lütfen oturun ve yemeye baÅŸlayın”. Tabağıma hoÅŸuma giden yiyeceklerden doldurup yemeye baÅŸladım. Bu sırada dışarıda kurtlar ulumaya devam ediyordu. “Gecenin çocukları ÅŸarkılarını söylüyorlar bay Harker”, dedi Kont, “Onlardan korkmadığınız için ÅŸanslısınız. Korkunuzun kokusunu alsalardı buraya kadar varamazdınız”. O sırada aklıma korkudan yüzü bembeyaz olmuÅŸ arabacı gemiÅŸti ama köye dönüp dönemediÄŸini bilme ÅŸansım yoktu. “KeÅŸke köye geldiÄŸinizde bana haber verseydiniz, sizi hizmetkarlarımı gönderir aldırırdım. Sizi bulduÄŸumda kurtlar yüzünden deÄŸil ama dondurucu soÄŸuk nedeniyle ölmek üzereydiniz”.

Ona bir mezarlığa sığındığımı hatırladığımı söyledim. “BaÅŸka bir ÅŸey hatırlıyor musunuz?…”, diye sordu Kont arkama geçip uzun tırnaklı ellerini omuzlarıma koyarak. O sırada rüyamda gördüğüm kurtun boynumu yaladığını hissettiÄŸime yemin edebilirim. Aniden arkamı döndüğümde Kont orada deÄŸil, ahÅŸap masanın diÄŸer ucundaydı. Mezarlıktaki yazıyı hatırladım: “Ölüler hızlı seyahat eder”. “Hayır”, dedim, “Üzgünüm ama baÅŸka bir ÅŸey hatırlamıyorum”. Kont, “Emin misiniz?”, diye sordu ısrarla yeniden. “Evet kesinlikle eminim”, dedim. Biraz öfkelenmiÅŸ gibi pencereden dışarıya bakarak, “Artık yataklarımıza çekilip istirahat etme zamanı geldi”, dedi Kont ve ekledi, “Bay Harker, ÅŸatom konuklarım için dostluk, muhabbet ve misafirperverlikle dolu olduÄŸu kadar, yaÅŸlı ve sinsi tehlikelerle de doludur. Ben uyanıp da yanınıza gelene kadar odanızdan çıkıp tek başınıza dolaÅŸmaya kalkışmayın… kaybolabilirsiniz”. Handaki garipliklerden sonra Kont’un bu isteÄŸi beni çok ÅŸaşırtmamıştı. Belki de bu Transilvanya’ya özgü geleneklerdendi.

Beni odama geri götürdü, “İyi dinlenmeler”, diyerek kapıdan çıktıktan sonra kapıyı üzerime kilitlediÄŸini duydum. Muhtemelen güvende olmam veya belki de ortalığı karıştırmamam için bunu yapmıştır diye düşünerek yatağıma uzanmıştım ki dışarıdan gelen bir sürtünme sesi duyarak pencereye koÅŸtum. Pencereden aÅŸağı baktığımda, altında kıvrıla kıvrıla bir ırmağın aktığı uçsuz bucaksız bir vadi gördüm önce. Ne kadar yüksekte olduÄŸumu anlamak için başımı dışarı çıkartıp aÅŸağı baktığımda ise korkudan ödüm patladı. Kont Dracula, ÅŸatonun taÅŸ duvarlarında baÅŸ aÅŸağı bir ÅŸekilde yaÅŸlı bir örümcek gibi mahzene doÄŸru iniyordu. Az sonra karanlık bir pencereden içeri girerek gözden kayboldu. O anda yaÅŸadıklarımın bir rüya olmadığını anlamıştım. Bu korkunç yerden bir an önce gitmek istiyordum ama odamın kapısını açabilmem imkansızdı.

GüneÅŸ doÄŸup batan dek sessizliÄŸin içinde korkuyla Kont’un geri dönmesini bekledim. Saatler adeta geçmek bilmiyordu. Bir plan yapıp Kont geri döndüğünde ÅŸatodan kaçmanın bir yolunu bulmalıydım. Beni yeniden bu odaya kilitlemesine izin veremezdim… AkÅŸam çöküp hava iyice karardığında kapıda bir tıkırtı duydum. Hemen yerimden doÄŸruldum ve Kont’un içeri girmesini bekledim ama içeri giren kimse yoktu. Odamın kapısı açtığımda holde de kimseyi göremedim. Önceki gece izlediÄŸim yolu takip ederek Kont’u ilk gördüğüm salona ulaÅŸtım. Kont duvardaki bir dünya haritasında Londra’yı bulmuÅŸ, uzun tırnaklarını yaÅŸadığım kentin üzerinde gezdiriyordu. Ben iÅŸlemleri bir an önce bitirirsek hemen yola çıkmak istediÄŸimi, niÅŸanlımın endiÅŸeyle beni beklediÄŸini söyledim. “Oturun Bay Harker”, dedi, “Evraklarınızı imzalayacağım ama bir ÅŸartım var. Ama öncelikle içiniz rahat olsun, niÅŸanlınıza bir mektup yolladım ve bir süre daha benim misafirim olacağınızı söyledim”.

Açıkçası buna biraz öfkelenmiÅŸtim ama Kont’u kızdırıp iÅŸleri sarpa sardırmak da istemiyordum. “Åžartınız nedir öğrenebilir miyim?”, diye sordum. “Bunu anlatabilmek güç”, diye söze baÅŸladı Kont, “Sizin gibi çok farklı bir kültürden gelmiÅŸ birinden bizim buraların yol yordamlarını anlamasını beklemiyorum fakat yine de izah edeceÄŸim. Gördüğünüz gibi burada oldukça sakin bir yaÅŸam sürüyorum ve herkes gibi ben de herÅŸeyi paylaÅŸabileceÄŸim bir dosta ihtiyaç duyuyorum”. Onu anlayabildiÄŸimi söyledim. “Buna sevindim, herÅŸeyi paylaÅŸmak derken, benim kültürümde bazen iki erkeÄŸin paylaÅŸabileceÄŸi ÅŸeyler sizin kültürünüzdeki erkeklerinkine pek benzemeyebilir…”, dedi Dracula. “Mesela?”, dedim. “Cinsel hazlar da bu paylaşımın bir parçasıdır…”, dedi gözlerimin içine bakarak.

O anda aÄŸzımı açıp buna ölçülü de olsa bir tepki vermek istediÄŸim halde sesimin çıkmadığını fark ettim. “Sözlerimin kesilmesinden hiç hoÅŸlanmam Bay Harker”, dedi Dracula, “Ayrıca sizin bu hazlara yabancı olmadığınızı yakından gördüm ve açıkça söylemem gerekirse gençlik pınarınızın tadına bakmaktan büyük haz duydum”. Utançla kızardığımı hissediyordum ki Kont’un pençeyi andıran ellerini boynumda hissettim. “Bu tür paylaşımların iki erkek arasında kalacağını, soylu ve ÅŸerefli bir ailenin kalan tek üyesi olarak size hatırlatmama gerek yoktur sanırım. İşte tek ÅŸartım buna izin vermeniz…”, diyerek pençelerini göğsümün üzerinden kucağıma kadar indirdi. Pantolonumun düğmelerini çözdü. Anında kendimi yemek masasına çırılçıplak bir halde sırt üstü uzanmış ve bacaklarım iki yana ayrılmış halde buldum. Kontun dili hayalarımı yalayarak makatıma ulaÅŸmıştı ve deliÄŸimden içeri girip çıktıkça elleri göğüs uçlarımı parmakları arasında hafifçe eziyordu. Aldığım zevk inanılmazdı. Vücudumun tüm kontrolünü ele geçirmiÅŸti.

Kont daha sonra hayalarımı tek tek aÄŸzına alarak emdi ve kocaman dili giderek sertleÅŸip başını kaldıran cinsel organımın sapının etrafında yılan gibi kıvrılarak beni yalamaya baÅŸladı. Uzun tırnakları göğsümü ve göbeÄŸimi çizip kanatıyordu ama bunlar önemsiz küçük çiziklerdi. Kon zaman zaman parmaklarını aÄŸzına götürerek tırnaklarına bulaÅŸan kanımı yalıyor ve sonra da cinsel organımı emmeye devam ediyordu. Dracula’nın aÄŸzını ve ellerini vücudumun her yanında hissediyor, ben zevkle titreyip kasıldıkça tıpkı büyükçe bir yırtıcı hayvan gibi hırıltılı sesler çıkardığını duyuyordum. Bu sırada cinsel organımı boÄŸazına kadar aldığını, bu sırada da uzun diliyle hayalarımı okÅŸadığını hissedebiliyordum. Bu zevke daha fazla dayanabilmem imkansızdı. Birden menilerimi yeniden fışkırtmaya baÅŸladım. Giderek hızlanan iÅŸtahlı bir emme sesi duyuyordum sadece, başımı kaldırıp aÅŸağıda neler olduÄŸunu görme ÅŸansım yoktu. Zevkten bayılmıştım.

Uyandığımda dev gibi bir karyolanın üzerinde çırılçıplak yatıyordum. Kollarım ve ayaklarım karyolanın dört direÄŸine baÄŸlanmıştı. Odayı sadece birkaç mum aydınlattığı için ne kadar büyük olduÄŸunu göremiyordum. Karyola ve etrafındaki ÅŸamdanlar sanki sonsuz bir boÅŸluÄŸun ortasında yüzüyorlardı. Başımı kaldırıp yukarı çevirdiÄŸimde tam üzerimde kanatlarına sarınmış korkunç büyüklükte bir yarasanın baÅŸ aÅŸağı uyuduÄŸunu fark ettim. DuyduÄŸum korkuyu tarif edebilmek imkansızdı. İnançlı olmayan ben kurtulabilmek için için Tanrı’ya yalvarıyordum ki yarasa dev kanatlarını açarak çevik bir hareketle yatağın baÅŸ ucuna kondu. Artık baÅŸ ucumda duran bir yarasa deÄŸil, oldukça kıllı, kaslı ve kocaman bir penise sahip olan esmer bir erkekti. Dracula, üzerime ters olarak uzandığında penisi açık olan aÄŸzımdan içeri kaydı. Ben onun cinsel organını emerken, o da kalçalarını oynatarak aÄŸzımın içinde gidip gelmeye baÅŸlamıştı. Cinsel organı sertleÅŸmiyordu ama sertleÅŸmemiÅŸ haliyle bile oldukça büyüktü.

O gece kaç kez boÅŸaldığımı hatırlamıyorum ama Kont ÅŸatosunda geçirdiÄŸim her gece birbirinden deÄŸiÅŸik pozisyonlar denemekten sıkılmıyor, her yerimi ısırıyor, her boÅŸaldığımda ise menilerimi büyük bir iÅŸtahla son damlasına kadar yalayıp yutuyordu. Kont gün doÄŸmadan mahzendeki gizli odasına çekildiÄŸinde, beni baÄŸlayan ipler çözülüyor, odama kadar ulaÅŸan kapılar kendiliÄŸinden açılarak bana yol veriyordu. Odamda beni bekleyen yiyecekler ve meyveler buluyordum ama bunlardan ne kadar yersem yiyeyim karnım asla doymuyordu. Giderek zayıf düşüyordum. Kont geceleri mahzeninden geri döndüğünde ise benimle birlikte olduÄŸu odaya geri dönmek zorundaydım. Bu kısır döngü içinde haftalar, belki de aylar geçmiÅŸti. Artık niÅŸanlıma geri dönebilme umudum tükenmek üzereydi. Kont Dracula’nın oyuncağı haline gelmiÅŸtim.

Bir gün daha doÄŸduÄŸunda yorgun argın odama döndüm, artık kaçmayı denemek istiyordum. Odadaki kumaÅŸları lime lime yaparak kendime bir halat ördüm ve pencereden sarkıttım. Bu halat ÅŸatonun yüksek duvarlarında Kont’un süzülerek içeri girdiÄŸi o karanlık pencereye kadar uzanabiliyordu. Halatı yattığım ahÅŸap karyolanın ayağına baÄŸlamıştım ama bu eskimiÅŸ odun parçasının ağırlığımı kaldırıp kaldıramayacağını bilmiyordum. Neyse ki bir deri bir kemik haline gelmiÅŸ olan vücudum eskisi kadar ağır deÄŸildi. Halatla aÅŸağı doÄŸru inmeye baÅŸladım. Pencereye varmak üzereydim ki halat aniden kopuverdi. Fakat son anda ellerim pencerenin pervazını yakaladı. Kendimi yukarı çekmek için ÅŸatonun taÅŸ duvarlarından destek almaya çalıştım ama yosunlu taÅŸlara basan ayaklarım sürekli kayıyordu. Uzunca bir süre uÄŸraÅŸtıktan sonra nihayet kendimi pencereden içeriye atabildim.

İçeride aÅŸağıya doÄŸru inen dar bir merdiven vardı, bunu izleyerek ÅŸatonun karanlık derinliklerine inmeye baÅŸladım. Gözlerim karanlığa alışmaya baÅŸlamıştı. Duvarda gördüğüm bir meÅŸaleyi elime aldığımda kendiliÄŸinden tutuÅŸuverdi, ÅŸatodaki neredeyse her ÅŸey böyle büyülü nesnelerdi. Merdivenlerin sonuna geldiÄŸimde uzun, geniÅŸ ve kemerli bir salona girdim. MeÅŸalenin ışığında hol boyunca yerdeki deliklere oturtulan uzun kazıklara geçirilmiÅŸ ve artık sadece iskelet halini almış sayısız ceset görüyordum. Salonun bitimindeki taÅŸ merdivenlerin sonunda büyükçe bir kapı vardı. Bu kapıdan altından baktığımda çok uzaktan da olsa bir ışık geldiÄŸini görüyordum. Bunun bir tür çıkış olması gerektiÄŸini düşünüyordum. Tam ışığa doÄŸru yürümek üzereydim ki salonun ortasında gösteriÅŸli bir tabut gözüme iliÅŸti. Üzerinde Latin harfleriyle, “Vlad III. Tepes Dracula” yazıyordu. Korkuyor ama aynı zamanda da merak ediyordum. MeÅŸalemi duvara asıp, tabutun kapağını yana doÄŸru kaydırdığımda iri açılmış korkunç gözleriyle tavana bakarak hareketsiz yatan Kont Dracula ile karşılaÅŸtım.

Korkudan adeta buz kesmiÅŸtim fakat yaÅŸadığım panik duygusu dindikten sonra Kont’un orada son derece savunmasız bir halde yattığının farkına vardım. Her ne olursa olsun Kont’u öldürmem gerektiÄŸine karar verdim. Çünkü ben ÅŸatodan kaçıp da köye ulaÅŸmaya çalışırken karanlık çökecek, belki de ben yolun yarısına bile gelmemiÅŸken dev bir yarasa olarak Kont yine omuzlarıma çökecekti. Bu defa beni saÄŸ bırakmayacağına da emindim. O sırada aklıma geceyarısı mezarlıkta gördüğüm manzara geldi yeniden. Bütün mezarların üzerine saplanmış birer demir kazık vardı, mozalenin kilitli demirli kapısının ardındakilere dokunulamamıştı muhtemelen. O halde bu canavarları yok etmenin tek yolu da buydu. Ne yazık ki etrafımda iskeletlerin üzerinden sarktığı kazıklar tahtadandı, bunları kullanamazdım. Daha fazla zaman kaybetmeden kaçmanın tek ÅŸansım olduÄŸuna inanarak elime duvardaki meÅŸaleyi aldığımda bunun demirden yapılmış olduÄŸunu fark ettim.

Kontun tabutunun üzerine toplayabildiÄŸim bütün cesaretimle eÄŸilerek meÅŸaleyi yukarı kaldırdım ve hızla göğsünün ortasına indirdim. MeÅŸaleyi batırdığım yerden oluk oluk fışkıran kanlar her yeri kızıla boyarken Kont’un aÄŸzından çıkan korkunç ve hayvani bir çığlık salonun taÅŸ duvarlarında yankılandı. Kont’un gözleri tıpkı giderek sönmeye yüz tutan bir mum alevi gibi canlılığını yitirip donuklaşırken, bütün vücudu kuruyup büzüşerek tıpkı kazıklardan sarkan iskeletler gibi oldu. Merdivenlerden çıkıp kapıyı açtım, gerçekten de tünel gibi uzanan bir koridorun ucunda bir çıkış olduÄŸunu gördüm. Daha fazla vakit kaybetmeden ÅŸatoyu terk ettim, köyün nerede olduÄŸu konusunda bir fikrim yoktu ama nehri takip edersem onu bulacağımdan emindim. Böylece yapabildiÄŸim kadar hızlı bir ÅŸekilde nehir yatağını izleyerek oradan olabildiÄŸince uzaklaÅŸtım. Fakat hiç durup dinlenmeden saatlerce yürüdüğüm için açlıktan ve yorgunluktan daha fazla ilerleyebilecek halim kalmamıştı. Oracıkta bayılmışım. Beni hayvanlarını suya indiren bir köylü bulmuÅŸ, uyandığımda niÅŸanlım yanı başımdaydı. O da benden uzun zamandır haber alamayınca peÅŸimden gelip beni aramaya baÅŸlamış ve ne büyük ÅŸanstı ki o ÅŸatoya gelmeden önce ben kaçabilmiÅŸtim. Apar topar Londra’ya geri döndük ve tüm olup bitenleri geride bırakıp mutlu yaÅŸamımıza kaldığımız yerden devam ettik.

-SON-

Ben Esra telefonda seni boşaltmamı ister misin?
Telefon Numaram: 00237 8000 92 32